Sahtekârlığın Pençesinde Bir Düzen: Gerçekliğin Yitimi

Yönetim ve Strateji Uzmanı Yaşar Koç | tarafından 06 Ağustos 2025 tarihinde Ankara'da kaleme alınan "Gerçekliğin Yitimi" isimli makalesi

Abone Ol

Yaşar Koç | Yönetim ve Strateji Uzmanı

06 Ağustos 2025 | Ankara

Gerçekliğin Yitimi

Sahtekârlık artık münferit bir ahlak zaafı değil; sistemin içine işlemiş, her köşe başında karşımıza çıkan organize bir yıkım hareketidir.

Modern çağın vebasıdır.

Üstelik sadece ürünleri değil, kavramları, değerleri ve insanın kendisini bile sahteleştirecek noktaya ulaşmıştır.

Günümüzde sahte olan yalnızca mallar değil; unvanlar, meslekler, hatta yaşanmışlıklar bile olabilir hâle gelmiştir. Bu durum, bireyin güven duygusunu, toplumun adalet inancını ve devletin meşruiyet zeminini doğrudan tehdit eder hâle gelmiştir.

Sahtekârlığın Geniş Yüzeyi

Sahtekârlığın sınırı yoktur.

Sahte deterjan üretirler, halkın sağlığıyla oynarlar.

Sahte şampuan, sahte tekstil ürünleri, sahte gıda…

Tüm bunlar yalnızca bireyin değil, bir ülkenin itibarına da gölge düşürür.

Oysa onlar için önemli olan yalnızca kolay kazançtır. Gerisi umurlarında bile değildir.

Sahte kanser ilacı üretirler, insanların canına kastederler.

Sahte alkol satarlar, insanlar kör olur, hayatını kaybeder.

Ama üretmeye, pazarlamaya, kazanmaya devam ederler.

Sahte bal yaparlar, kavanoz kavanoz satmakla kalmazlar, bu uğurda özel televizyon kanalı bile kurarlar.

Sahte çiftlik kurarlar, elinde bir yumurtayla açılış yapıp milleti kandırırlar.

Say say bitmez…

Alıcısı olduğu sürece, sahtekârlık asla tükenmez.

Sahte polis, sahte savcı, sahte asker kılığına girerek vatandaşın bir ömür boyu biriktirdiği tüm emeği bir gecede silerler.

Sahte evler satar, usulsüz vatandaşlık kazandırırlar.

Sahte doktorlar hastaneye girer, ameliyata girer, insan hayatını riske atarlar.

En nihayetinde sahte diplomalarla mühendis, mimar, psikolog, öğretmen, hemşire kılığında toplumun en hassas damarlarına sızarlar.

Sadece Sahtekârlar mı Suçlu?

Hayır.

Bu denli yaygın bir sahtekârlık salgınının yalnızca failleriyle açıklanması mümkün değildir.

Bu sistemin kendisi suçludur.

Bu çürümüşlüğü görmezden gelen, üzerine gitmeyen, denetlemeyen mekanizmalar suçludur.

Sahte belgelerle ilerleyenleri fark edip de susturulanlar, ya da bilip de görmezden gelenler — hepsi paydaş konumundadır.

Devlet, ahlaklı birey yetiştirmek yerine kurnazlığı ödüllendirmiştir.

Sistemin açtığı boşluklara kurnazlar yerleşmiş, liyakat yerini sahte belgelerle elde edilen makamlara bırakmıştır.

Caydırıcı cezalar uygulanmamış, denetim mekanizmaları zayıflatılmış, “yapanın yanına kar kaldığı” algısı güçlenmiştir.

Ailede ve okulda ahlâk eğitimi geri plana itilmiş, topluma yalnızca başarıyı, kazancı ve statüyü hedef gösteren bir anlayış hâkim kılınmıştır.

Ve bu anlayış, bugün karşı karşıya kaldığımız yapay gerçekliğin temelini atmıştır.

Toplumsal Sorumluluk ve Mücadele Zorunluluğu

Bu mesele yalnızca hukukî değil; ahlakî, toplumsal ve medeniyet düzeyinde bir meseledir.

Sahtekârlık, toplumun güven duygusunu felce uğratır.

İnancı örseler, umudu tüketir, liyakate dayalı tüm yapıları çökertir.

Bu nedenle mücadele bireysel değil; topyekûn olmalıdır.

Devlet, eğitim sistemi, aile, medya, sivil toplum ve vatandaş — her biri bu mücadelede rol almalıdır.

Çünkü sahtekârlıkla mücadele yalnızca bir suçla değil, bir zihniyetle mücadeledir.

Sahte ve Gerçek İkilemi

Bugün her şeyin sahtesiyle karşılaşabiliriz.

Sahte ürün, sahte bilgi, sahte unvan, sahte haber, sahte ahlâk…

Ve belki de bir gün, “dünya” dediklerimizin kendisinin bile sahte olduğunu sorgulayacak bir noktaya geliriz.

Ama o noktaya varmadan, bu sahtekârlık salgınına karşı sesimizi yükseltmeli, sahte ile gerçeği ayıran çizgiyi kalınlaştırmalı, adaleti yeniden tesis etmeliyiz.

Aksi hâlde...

Gerçek dediğimiz şeyin bile bir gün “sahte” çıkmasına kimse şaşırmayacaktır.